FUAR ZAMANI GELİNCE SAMSUNDAYDIK.
FUAR ZAMANI GELİNCE SAMSUNDAYDIK.
Yeni nesil pek bilmez,bilse de onlar için çok önem arzetmez. Çünkü yeni nesilin daha farklı eğlence mekanları ve imkanları vardır. Ama özellikle elli yaş ve üzerinin mutlaka bir fuar hikayesi vardır.
Köy çocuğuyuz. Köyde büyüdük. Hafta günleri (eskiden cumartesi günü) Erbaa ya gelir; tozlu topraklı,bazen yer yer çamurlu, bazen taş döşeli yollarında gezer tozar, yer içer, geçer giderdik. O gün bizim için çok mutlu bir gün olurdu. 60 lı yıllarda babam harçlık olarak ikibuçuk lira verirdi. Bunun yarısı döner parası,yarısı bisiklet sürme vs..
Bu standarttı…Döner demişken; inanın bütün lokantalar tıklım tıklım dolardı ve baş yemek döner di.…. Kendimize göre eğlencelerimiz vardı. Şimdiki kapalı spor salonu ve stadın olduğu yerde herhangi bir bina yoktu. Orası bisiklet sürme sahasıydı. Bisiklet arenası da diyebiliriz. Yirmibeş kuruşu verdiniz mi, bisiklete on dakikalığına sahip olur ve onunla sürat değil sörf yapardınız adeta. Fren yok, vites yok Allah ne verdiyse basardınız. Elinize geçmiş bir kere, bir daha ya geçer,ya geçmez. Bulutların üzerinde gibi bir tat verir, bir kuş gibi uçardınız. On dakika dolunca arkanızdan düdük üstüne düdük çalınır ve mutluluğunuz sona ererdi. İkinci bir yirmibeş kuruş ya vardı ya yoktu. Erbaa da eğlenilecek pek bir yer yoktu ama senede bir ay kadar Samsun Fuarı neredeyse bölgenin eğlence yeriydi Temmuz ayı; Samsun Fuarının açık olduğu bir zamandı. Millet birbirine sorardı, fuar ne zaman açılıyor diye. Genel sohbetler içinde mutlaka fuar muhabbeti olurdu. İlk zamanlar yirmi gün süreli idi , sonradan iş yaptığı görülünce süre uzatıldı. Özellikle altmışlı, yetmişli yıllarda çok önem arzediyordu. Çünkü ilk defa gördüğümüz şeyleri görüyorduk. Dünyanın daha geniş ve farklı olduğunu gözlemliyorduk. Ufkumuz açılıyordu. 1968 yılında ilkokulu bitirdiğim yaz, iki abim aynı yıl öğretmen olarak mezun oldu ve atandı. Dediler ki; bu mutluluğu kutlayalım,Samsun Fuarına gidelim…. Bendeki sevinci,heyecanı tahayyül bile edemezsiniz….
Yatmıyorum, uyumuyorum, o günü bekliyorum. Derken gün geldi çattı. Önü kamyon gibi burunlu muhtemelen yeşil renkli otobüse bindik ve yarısı arabanın içine dolan tozlarla kaplı yollara düştük. İlk defa otobüse bindim….
Kocaman bir makine,içi adam dolu. Bir sürü köyler şehirler geçtik ten sonra Samsun’a vardık. Akşama kadar gezdik tozduk, yedik içtik derken akşam fuar sahasına girdik. Giriş ücretli. Aman yarabbi o ne güzel bir yer. Sanki insanların hepsi burada,öyle kalabalık. Her köşebaşında değişik değişik şeyler. Her köşebaşında bir cep sineması, çarpışan arabalar, uçan gemi,duvarda dönen motorsikletli adam.….
Motorsikletle duvarda dönen adamın sırrını çözmeye çalışırken, adam yüzüne Türk Bayrağı kapatmaz mı, işte benim en çok korktuğum yer orası oldu. Masal gibi, rüya gibi bir gece geçirdik, ertesi gün döndük. Dönmeden önce kayık kiralayıp,deniz sefası da yapmıştık. Aradan ellibeş sene geçti. İnanın o yemekli, konserli vapurun üzerinde şarkı söyleyen bayan gözümün önünde ve çalınan müziği de bu günkü gibi hatırlıyorum.
İşte şimdi temmuz ayındayız. Ama Samsun Fuarı diye bir şey yok. Hadi olsaydı. O tarihlerde insanlar; köyden, kentten kalkıp gider eğlenir ,bazen günübirlik, bazen ertesi gün döner gelirdi. Birkaç gün kalanlar bile olurdu. Çoğunlukla arkadaş guruplarıyla gidilirdi. Gülüşmeler, eğlenceler, yeme içme tırıba…. O yokluk, yoksulluk günlerinden bahsediyorum….
Yoksulduk ,fakirdik ama o zamanın bütün Erbaa lıları mutlaka Samsun Fuarına gitmiştir. O zaman hiçbir şey yokken her şey vardı ve anlamlıydı, şimdi ise her şey var ama hem ulaşılamaz, hem de anlamsız. Hani o ‘’harca harca bitmez ‘’ lafı varya, işte öyle bereketli bir paramız vardı. Dünya yansa bi kalbur samanımız yanmazdı. Mutluyduk, gelecek endişemiz yoktu….
Masamıza üç beş kişi gelirse iki bardak çay iç…
0 Yorum